Queen's Gambit

Damalı Hayat 


    Vezir Gambiti son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri oldu. Birçok sebebi var aslında bunun. Mesela ana karakter olan Elizabeth’in satrancı kafasında kurgulayarak, kendi kendine oynayarak öğrenmesi çok güzeldi veya karşısına zorlu bir rakip çıktığında kendi ile baş başa kalıp tavanda oynattığı satranç taşlarıyla rakibin açıklarını yakalaması ilginçti. Fakat beni düşündüren şey karakterin bir ropörtaj esnasında söylediği cümle oldu. "Satrancı bir Dünya gibi görüyorum; içinde güvendeyim, ben yönetiyorum ve hiç incinmiyorum."


    Satranç içinde yaşanılabilecek bir Dünya ise; Dünya da satranç gibi risklerin alındığı, gerektiğinde bir şeylerden vazgeçildiği ve doğru anı beklememiz gerektiği, bazen bize fırsat bile tanınmadığı bir oyun mudur? Hayatımızda zaman zaman doğru hamleyi yapamadığımız oluyor ve kaybediyoruz değil mi? Satrançtan tek farkı bizim birer taş değil de insan olmamız. İnsanları veya idealleri taşlar gibi düşünürsek; şah elde etmek istediğimiz hayal ya da sevdiğimiz bir kişdir, belki de kendimizdir. Kişiden kişiye farklılık gösterebilir benim için şah, değer verdiğim arkadaşlarım olur. Bu durumda vezir de ben oluyorum, arkadaşlarımın mutlu olması için yapabileceği her şeyi yapan; kale gibi düz, gerektiğinde ise fil gibi çapraz giden taş. Piyonlara gelecek olursak onlar da hayatımızda riske atabileceğimiz basit unsurlar olabilir. Mesela almak istediğimiz bir ürün vardır, fiyatı yüksektir ama sonucunda bize mutluluk getirecektir. Bir piyonu, yani yüksek miktardaki parayı feda etmek bizi daha iyi noktalara getirebilir. Tabii her şey bu kadar basit değil maalesef. Çok sayıda taş feda edersem kazanabilirim ama bu durum beni büyük bir yenilgiye de uğratabilir.


    Kitaptaki ana karakter gibi hayatımı da satranç oynar gibi oynuyorum. Her gece kafamı yastığa koyuyor gün içinde yaptıklarımı sorguluyor, şunu yapmasam daha iyiydi veya bu durumda olabilecek en iyi tepkiyi verdim bence diye hareketlerimdeki açıkları arıyorum. Sadece kendimi değil, olup bitenleri de düşünüyorum ve gelecekte nelerle karşılaşabileceğimi sorguluyorum. Böylece Dünya damalı bir zemin haline geliyor; üzerinde planlar yapılıyor, riskler alınıyor ve çok acı olsa da önleyemediğimiz kayıplara yol açıyor. Bazen taşların kontrolü benim değil rakibin elinde oluyor ve beni avcuna alıyor. Rakip ise hayatın ta kendisi oluyor. Hayat beyaz taş gibi önce başlıyor ve düşünmem için bana zaman tanıyor. Doğru hamle gelmediğinde ise puf diye yok ediyor fırsatları. Bazen de düşünmeye fırsat vermiyor hatta düşünsek bile elimizden bir şeyler gelmeyeceği durumlar oluyor. Bu yüzden Elizabeth’in satrancı güvenli bir Dünya olarak görmesini mantıklı buluyorum. Çünkü damalı zeminde yaptığı hatalar kendisinden bir şeyler götürmüyor ve yaptığı hatalar için tek sorumlu kendisi oluyor. Hayat ise beklenmedik anlarda beklenmedik yerlerden vurabiliyor. Ben kendi hayatımda vezir gibi davranarak, önemli gördüğüm değerlerimi korumaya çalışıyorum. Fakat bu benden bir şeyler götürebiliyor, satranç öyle değil; giden şeyler sadece taşlar oluyor.

    Kitap beni bu yüzden etkiledi ve bu yüzden beğendim işte. Sadece satranç üzerinde durulmuş gibi gözükse de, benim için hayatın gidişatını anlatan bir yapım oldu. Her gece olan biteni düşünerek geçirdiğim zamanı, satranca benzetmemi sağladı. Karakterin oyunda yaptığı her hamle, benim hayata karşı attığım adımlar oldu. Damalı Dünya üzerinde, karelerden karelere sallanan taşlara benzediğimizi düşündürdü. En başta sorduğum soruya da cevap olarak; satranç içinde güvende olduğumuz bir Dünya’dır buna kesinlikle katılıyorum, Dünya da içindeyken güvende olmadığımız bir satrançtır. Buna inanıyorum.




Comments